1960’ların devamı olarak 2010’lar
1960’larda karşıt açıda olan Satürn ve Uranüs, 2008’den itibaren yine karşı karşıya gelmeye başladılar ve bu faz 2011 yılının sonbaharına kadar etkinliğini sürdürecekler. Bu, 1960’larda yaşanan fazın aynısıdır. Ama bu kez, fazı oluşturan iki gezegen daha önceki burç konumlarının tam karşısındalar. Dolayısı ile, daha önce yaşananlara temel olarak benzemekle birlikte, karşıt temalar da gündeme gelecektir. Adeta roller değişmiştir. Örneğin 1960’lı yıllardaki dolunay fazında ABD’de seçimi muhafazakar Cumhuriyetçiler kazanırken, bu kez 2008 yılının 4 Kasım’ında faz tam derecesine ulaştığında, bu kez kazanan, değişimi taahhüt eden Demokratlar olmuştur. Bazı farklılıklar olmasına rağmen, bu iki dönem arasında benzerlikler de çoktur pek tabii. Otoritenin sorgulanması, büyük kurumların yaşadığı şoklar, statükonun yıkılması gibi kavramlar, bu iki dönemin benzerlikleridir. İçinde bulunduğumuz dönemde, devrimsel nitelik taşıyan darbeler ile birçok seviyede ve birçok şekilde bozuk giden düzen değiştirilmeye çalışılacaktır.
Aslında, Satürn ve Uranüs’ün aynı derecede oldukları yeniay fazında nelerin tohumlarının ekildiğine bakarak, 2008-2012 yılları arasındaki dönemde nelerin biçileceğini, sonuçlanacağını, karşılık olarak nelerin alınacağını, nelerin meyvesini vereceğini anlayabiliriz. Bu ikilinin yeniay fazı 1980’li yılların ikinci yarısına denk gelmektedir. Bu yıllarda Sovyetler Birliği’nin beklenmedik bir şekilde çökmesi söz konusuydu. Aslında bu çöküşün nedeni dışarıdan gelen saldırılar değildi. En önemli sebeplerden biri, ekonominin iflasıydı. Uzun süredir devam eden bozulmalara, halkın verdiği tepkiler de eklenmişti. 80’lerde, ABD’de ve Avrupa’da inanılmaz paralar kazanılıyordu. Hükümetler destekleyici, vergiler düşük ve kar payları yüksekti. Ama 19 Ekim 1987’de, Dow Jones endeksinin 508 puan düştüğü gün, para piyasalarının da çöktüğü gündü. 1929’daki “Büyük Depresyon” kadar etkili olmasa da, insanlar çok büyük paralar kaybetti. Bu yeniay fazıydı ve sadece bir başlangıçtı. Şimdi biz bu fazda başlayan etkilerin, daha gözle görülür sonuçlarının oluşmasını beklediğimiz dolunay fazına ilerliyoruz…
Güç Dengeleri Değişiyor!
1910’lara, 60’lara ve 80’lere benzer, ama daha vahim bir şekilde, 2010’lara girerken, günümüze kadar “Süper Güç” olarak görülen devletlerin gözle görülür ve hızlı bir biçimde yokuş aşağı ilerlemeye başladıklarına, ekonomilerinin gözle görülür bir biçimde çöküşe geçmesine şahit olabiliriz. Aynı senaryo, büyük ve yıkılmaz gibi görünen kurumlar için de geçerlidir. 2008 yılının sonlarından itibaren, Plüton’un Oğlak burcuna geçişiyle birlikte, daha da derinleşmeye başlayan bu etkiler, en çok da ABD için zorlayıcı zamanlara işaret ediyor. 2010 ve 2011 yılları “Süper Güçler” olarak adlandırılan devletler için son derece belirleyici etkiler taşıyor.
Özellikle 2011 yılı, ABD için gerek yönetimsel, gerekse kendi temel değerlerini gözden geçirmek bağlamında yıpratıcı bir dönem olacağa benzer. Zira 2011’de, sosyal ve siyasi alanda olduğu kadar, ekonomik alanda da oldukça zorlu bir sürece giriliyor olacak. 24 Ekim 1929’da Wall Street’in çöküşü olarak tanımlanan “Kara “Perşembe” ve takip eden günlerdeki gökyüzü hareketlerini takip ettiğimizde, Uranüs’ün Koç burcunda olduğunu ve Yengeç burcunda bulunan Plüton ile kare açı yapmakta olduğunu görüyoruz.
2011 yılında bu kombinasyon tekrarlanıyor. Uranüs yine Koç burcunda iken, Plüton bu kez 1929’daki konumunun tam karşısında, Oğlak burcunda olacak. 2011-2015 yılları arasında, ABD astrolojik haritasında Yengeç burcunda yerleşmiş olan gezegenler, transit Plüton, Satürn ve Uranüs’ten ardı ardına sert açılar alıyor olacaklar. Bu sert açıların en zorlayıcısı, 2014 ve 2015 yılları arasında gökyüzünde birbirleriyle doksan derecelik açı yapan Uranüs ve Plüton’un, ABD haritasının Güneş derecesine aynı derecede sert açılar oluşturacağı zamanlarda geliyor. Özellikle de 2014 yılında Terazi burcunda uzun zaman kalacak olan Mars’ın Uranüs-Plüton karesini tetikleyeceği aylar, idari, ekonomik, sosyal ve fiziksel açıdan oldukça zorlayıcı zamanlara işaret ediyor. ABD’nin eski gücünü korumasının çok zor olacağı zamanlar bunlar…
22 Nisan 2014 tarihi için çıkarılmış ilginç haritada, 13 derece Yengeç’te yerleşmiş olan Jüpiter ile 13 derece Terazi’de yerleşmiş olan Mars da devreye girdiği zaman, gökyüzünde öncü burçlarda büyük kare meydana geliyor ve bu konfigürasyon ABD haritasının Güneş derecesini sert bir şekilde sıkıştırıyor. Transit Mars’ın ABD astrolojik haritasının tam da Satürn derecesinin üzerinde olması çok ilginç! Transit Güneş de menkul kıymetleri anlatan 5. evden transit etmekte. Bu görünüm ekonomide, borsada büyük çöküşe işaret edebilir. Daha da fazlası, bu sert etkiler temelden sarsıntıları ve yıkıcı etkileri gösterebilir!
2016 yılına gelindiğinde, ABD için her şey bugünkünden çok daha farklı olacağa benzer! Çünkü bu tarihe gelindiğinde ise, aynen 1929 yılında olduğu gibi, transit Satürn yine ABD astrolojik haritasının yükselen derecesinden transit ediyor olacak. Daha ileri dönemlerde, Plüton’un ABD astrolojik haritasında bulunduğu dereceye dönüş yapıyor olması çok ilginç deneyimler yaşanacağını işaret ediyor. Bu döngü 2022 yılında sona erecek ve kuruluş anında ekilen tohumlar sonuçlarını bu yılda verecek. ABD haritasının ekonomi ile ilişkilendirilen 2. evinde Plüton’un Oğlakta olması, iktidar ve finansın ortak gücünü göstermektedir. Bu şartlarda, Plüton’un aynı dereceye dönüş yapıyor olması, ekonomik düzenin ve anlayışın büyük dönüşüme uğrayacağının işaretçisidir!
Postmodern Siyaset
1980’lerdeki yeniay fazında, dünyanın pek çok bölgesinde isyan ve devrim vardı. Haiti, Polonya, El Salvador, Filipinler ve Panama’da hükümetler devrildi. Doğu Almanya’da değişim rüzgarları hızlı esmişti. Hükümet vatandaşlarına özgürlük tanımak durumunda kalmıştı. Kasım 1989’da, Berlin duvarının yıkılışı, 20. yüzyıla damga vuran, devrim niteliğinde (Uranüs) bir gelişmeydi. Dünyada komünist rejim (Satürn) sona eriyordu. Sovyetler Birliği’nde reform dürtüsünü ortaya çıkartan kişi Mikhail Gorbaçov oldu. Rusların daha önce görmediği türden bir liderlik vasfı sergiliyordu. Fikir ve ifade özgürlüklerini anlatan “Glastnost” sözcüğünün çok popüler olduğu günlerdi. Gorbaçov, Glastnost hamlesi ile topluma elini uzatmış, böylelikle toplumu arkasına almayı başarmıştı. 1980’ler postmodern (Uranüs) siyasetin (Satürn) başlangıcı olarak görülebilir.
2008 yılı sonlarında başlayan ve 2011 yılında da etkili olmaya devam edecek olan Satürn-Uranüs karşıtlığı, seksenlerde başlayan özgürleşme arzusunun belirgin bir şekilde patlama noktasına varacağını gösteriyor. Hükümetlerin otoritelerinin sarsılacağı bir dönemden geçiyoruz. Baskı uygulayan rejimlerin ve yönetim tarzının, ayaklanmaları, isyanları beraberinde getireceği gerçeğini gören ve halkla bütünleşme içerisine girmeyi başaran yönetimler güçlenirken, tam tersini ortaya koyan yönetimler başarısız olmak durumunda kalacaklar. Fikir ve ifade özgürlüğünün önünün açılması, yeniliklere, reformlara daha açık olunması, Satürn-Uranüs karşıtlığının bir gerekliliğidir.
Sosyal Adalet
İçinde ilerlediğimiz dolunay fazının, 1980’lerin sonlarında başlayan yeniayı, insan haklarını hiçe sayanlara karşı protestoların, isyanların ve çatışmaların dönemiydi. Modern Batı’da dejenerasyon yaşanırken, Üçüncü Dünya Ülkeleri’nde yoksulluk, hastalık, açlık, baskı ve zulüm hüküm sürmekteydi. Güney Afrika ve Güney Kore’de ayaklanmalar vardı. 1987’de, Johannesburg’da grevcilerle polis arasında çatışmalar çıkıyordu. Bu, Güney Afrika’da şiddetin giderek tırmandığı bir dönemdi. Tipik bir Satürn-Uranüs döngüsü özelliği olarak, Avrupa’da da grevler, ayaklanmalar oluşuyordu. Güney Londra’da grevler vardı. Maden işçileri, hükümetin kendilerine ihanet ettiğini düşünüyorlardı. Kuzey İrlanda ve Fransa’da da ayaklanmalar patlak vermişti. 1989 yılında Çin’deki yaşlı yöneticilere isyan bayrağı açan öğrenciler, Tiananmen Meydanı’nı sürekli işgal altında tutuyorlar, gösteriler düzenliyorlardı. Romanya’da özgürlük isteyen halk, sokaklara dökülüyordu. Kasım 1989’daki Genel Grev sırasında Prag sokaklarını dolduran işçi, öğrenci ve aileler, Komünist Başbakan Ladislav Adamec’in tek parti iktidarını bırakmasını sağlamışlardı. Bu da tam bir Satürn-Uranüs kombinasyonu arketipiydi. Satürn mutlakiyetle, Uranüs ise demokrasi ile ilgilidir. Uranüs adil bir sistem arzusundadır ve bunu başkaldırarak, isyan çıkartarak yapar. Konuşma özgürlüğü ister. Tam tersine, Satürn bastırma eğilimindedir. Uranüs’ün isyanları bazen sınırını aşabilir, liberalleşme adına şiddete yönelme ortaya çıkabilir. Bu döngüler esnasında insan hakları konusunda protestolar ve ayaklanmalar, işçi-işveren arasındaki huzursuzluklar görülür. Ekonomik krizler, işten çıkarılmalar bu gerilimin daha da artmasına sebep olur. Bu durum özellikle de batılılaşmış ülkelerin ekonomisi için geçerli olmuştur.
Satürn Uranüs karşıtlığı ülkelerin ekonomik sistemlerinde güven krizi yaşanmasının da işaretçisi olmuştur. Diğer taraftan daha önceki dönemlerde bu iki gezegenin döngülerinde çevresel, ekolojik ve insani konulara yeterince önem verilmemiştir. Nükleer silahsızlanma konusu da vurgulanır ve tüm bu konularda yoğun protestolarla karşılaşılır. Bu etkiler özellikle de Satürn’ün Terazi burcunda ve Uranüs’ün de Koç burcunda karşılıklı hareket edeceği dönemlerde iyice belirginleşecektir. 2010-2011 yılları isyankar çıkışların, protestoların abartılı bir şekilde ortaya konulacağı zamanlar olacak. İnsan hakları konusunun çok ama çok önem kazanacağı bir sürece doğru hızla ilerliyoruz. İncelemelerimde, özellikle Satürn-Uranüs döngülerinde hep bu konunun vurgulandığını gördüm. Kadın hakları konusunu da bunun içerisine dahil edebiliriz. 2010’lu yıllar, bu konuda önemli ölçüde aşama kaydedilecek olduğunu düşünmek için astrolojik olarak haklı sebeplerimiz var.
Muhafazakarlık-Liberallik Çelişkisi
Satürn-Uranüs karşıtlıklarında geçmişi muhafaza etmek (Satürn) ile geleceğe yönelmek (Uranüs) arasında büyük çelişkiler yaşanır. Satürn ve Uranüs kutupsaldır. Satürn, otoriteyi ve geleneği, yaşlı ve kurulu düzeni, statükoyu, hiyerarşiyi ifade eder. Uranüs ise geleneklere karşı çıkan, kurulu düzeni hatalı ve gerici gören, büyük değişimler vaat eden, isyankar, statükoya ve hiyerarşiye karşı çıkan bir enerjiyi ifade eder. Bu iki gezegenin tanımları, 4 Kasım’da yapılan ABD Başkanlık Seçimi’nin başrol oyuncuları olan John MCCain ve Barack Obama’yı tarif etmiyor mu ne dersiniz? Satürn yaşlılık (MCCain) Uranüs gençlik (Obama) ile bağdaştırılır. Satürn gelenekçilik (MCCain) ve Uranüs ile yenilikçilik (Obama) ile ilişkilendirilir. Seçimlerden önceki süreçte, Amerikan halkı da bu kutupsallığın içinde kalmıştı.
4 Kasım 2008’dekine benzer bir Satürn-Uranüs karşıtlığı söz konusu iken, 1968 yılında Cumhuriyetçi Başkan Nixon seçimleri kazanmıştı. Seçmenler, kendini “sessiz çoğunluğun” değerlerini korumaya adayan bir Cumhuriyetçi lehine oy kullanarak, radikal bir kültürel değişimi reddetmişlerdi. Fakat 2008 yılı 4 Kasım’ında, ABD seçimlerinde ortaya çıkan sonuçlarda, bu durumun tam tersini gözlemledik. Bu kez seçimlerde zaferi, ulusun düzenini yeniden kurmayı vaat eden aday kazandı: Barack Obama!
ABD ilk siyahi Amerikan başkanını seçti ki, bu da beyazların hakimiyetindeki Amerikan siyasi tarihine karşı bir devrim niteliğindedir. Obama, 1960’larda “Bir rüyam var” diyen Martin Luther King’le özdeşleşen söylemleriyle Beyaz Saray’a tırmanmayı başardı. ABD’de ve dünyada milyonlarca insan ırkçılığa, ayrımcılığa karşı sivil haklar mücadelesini eşitlikçi, sosyal adaletçi, barışçı yaklaşacağını vaat eden Obama ile yeni bir çağa girildiğine inanıyor. Umarım gerçekten de böyle olur. Ama doğum haritası üzerinden yaptığım değerlendirmelerde, olayların pek de umulan gibi gelişmeyeceğini, Obama’nın oldukça zorlu bir döneme ilerlediğini saptıyorum.
Bilimsel ve Teknolojik Gelişmeler
Uranüs Satürn döngülerinde bilim, mekanizasyon ve teknoloji gibi medeniyete ve ilerlemeye katkısı olan konulara daha fazla ağırlık verme eğilimi vardır. Bilimsel ve teknolojik alanlarda yeni ve önemli projeler ortaya çıkar. Genetik, biyoteknoloji, mekanizasyon, uzay teknolojisi, nükleer enerji gibi konularda ve bilişim sistemlerinde hızlı gelişmeler yaşanır.
1980’li yıllarda Microsoft’un kurucusu Billy Gates, dijital devrimi başlatmıştı. Özellikle 1985 sonrası, enformasyon ve bilgisayar teknolojilerinin şekillendirdiği yeni bir döneme girilmişti. Teknoloji, derinleşen mali piyasalar, bilgisayar ağlarına dayalı işbölümü, kalite kontrolü, esnek üretim ve tek kutuplu dünya bu dönemin karakteristiğiydi. Küreselleşme kavramı da 1980’lerde yaşanan hızlı gelişmelerle paralel olarak ortaya çıktı ve bugünlere ulaşma konusunda en önemli sıçramalar seksenli yılların ortalarından itibaren hızlandı. Küreselleşmeyi ateşleyen şey üretim, ulaşım ve iletişim teknolojilerindeki gelişmelerdi. 1980’ler boyunca bilişim teknolojilerinin rekabetçi üstünlük üzerindeki etkileri üzerinde fikirler ileri sürülmüş, birçok araştırmanın temelini işletme stratejisi ve politikaları ile bilişim sistemlerinin bütünleştirilmesi oluşturmuştu. Şimdilerde ise, seksenlerde başlayan yeniay fazının görünür olacağı dolunay fazında, çok daha büyük sıçramalara, kuantum sıçraması olarak adlandırılabilecek hızlı gelişmelere doğru ilerlemekteyiz.
Bilimsel Tabular Yıkılıyor
Satürn-Uranüs açıları, muhafazakarlıktan radikalliğe dönüşün göstergesi olmuştur tarihte her zaman. Bu gelişmeler bilim dünyasında da yaşanır ve başlangıç aşamasında bazen inançlarla çelişir. Bu konulardan birisi de klonlamadır. Bu konuda çalışmaların kökeni 1938’e dayanır. 1952 yılında Robert Briggs ve T. J. King, ilk klonlama deneyini gerçekleştirdiler. İleri aşamadaki bir kurbağa yumurtasının çekirdeği pipetle çekilerek çıkarıldı ve başka bir kurbağa yumurtası içine aktarıldı. Ancak deney sonunda yumurta gelişmedi. 1970 yılında aynı deney yine kurbağalar üzerinde John Gordon tarafından denendi. Daha iyi bir sonuç alındı. Kurbağa yumurtaları, iribaş olana kadar gelişti ama daha sonra öldüler. 1984 yılında ise bu konuda önemli bir gelişme oldu. Steen Willadsen, olgunlaşmamış koyun embriyo hücrelerinden yaşayan bir kuzu klonladığını açıkladı. Daha sonra Willadsen, inek, domuz, keçi, tavşan ve rhesus maymunu da kullandı. Bu deneylerde çok hücreli koyun embriyosundan çekirdek alınıp yumurta hücresine aktarılıyordu. Daha sonra hücre bölünmesi başlıyor, fetus oluşuyor ve gelişme devam ediyordu. Bu gelişme, 1990’lı yıllarda daha gelişkin embriyo hücrelerinin klonlamasına imkan sağlayacaktı. Klonlama sonucunda dünyaya gelen ilk canlı Ian Wilmut ve ekibinin çalışmaları sonucunda 1997’de klonlanan Dolly adlı koyundu. Bu noktada klonlama tartışmaları alevlendi ve klonlama, bilim tarihinde en çok tartışılan şeylerden biri haline geldi. Bazı bilim adamları, klonlamanın insanlık için büyük bir gelişme olduğunu ileri sürerken, bazıları da bu çalışmaları insanlık ayıbı olarak görüp, kesinlikle engellenmesi gerektiğini düşünüyordu. Başta Avrupa ülkeleri olmak üzere birçok ülke sınırları içerisinde klonlama ile ilgili çalışmaların yapılmasını yasakladı.
Bilimsel konularda da, hayatın diğer alanlarında olduğu gibi, bildiğimiz kalıpların, tabuların kırılacağı günlerin içerisindeyiz ve 2009-2011 geçişinde bunu belirgin bir şekilde yaşadık ve yaşamaya devam edeceğiz. Bu yıllardan itibaren, bilimsel konularda veya inançlarda bilinen ve gözle görülen gerçeklik kavramının ötesine geçme çabaları yoğunlaşacaktır ve bu girişimler muhafazakar bilim dünyası veya din otoriteleri tarafından pek de hoş karşılanmayacaktır. Klonlama, tartışılacak önemli konu başlıklarından birisi olacak, ama sadece klonlama konusuyla sınırlı kalmayacaktır kuşkusuz. Evrenin oluşumu konusunda şimdiye kadar ortaya koyulan teorilerin sarsılması da, kuvvetle muhtemeldir.
Yakın geçmişte, bunun belirgin örneklerini yaşamaya başladık bile. 10 Eylül’de Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi’nde (CERN) yapılan büyük patlama deneyinde, evrenin oluşumundaki (Satürn) sırları ortaya çıkarması (Uranüs) hedefleniyordu. Büyük Hadron Çarpıştırıcısı (LHC) isimli parçacık hızlandırıcısında, atom çekirdeğindeki protonlar çok yüksek enerjiyle çarpıştırılacaktı (Satürn Uranüs karşıtlığı). Şimdiye kadar inşa edilen (Satürn) en büyük ve en yüksek enerjili parçacık hızlandırıcısı olan LHC’deki (Uranüs) çarpışma sonucunda ortaya çıkacak parçacıkların evrenin işleyişindeki rolleri incelenecekti. LHC’de protonlar, tünelin çevresine de yerleştirilen süper iletken mıknatıs parçaları tarafından yönlendirilecek. Böylece zıt yönlerde dönen iki proton ışını üretilecekti (Satürn Uranüs zıtlığı). Bilim dünyası, çarpışmalar sonunda şimdiye kadar keşfedilmemiş yeni parçacıkların açığa çıkmasını bekliyordu. Deney, evrenin başlangıcını oluşturan "Büyük Patlama" dan (Big Bang) sonra ortaya çıkan büyük enerji yoğunluğunu tekrar yaratarak parçacıkların yine ortaya çıkmasını sağlayacaktı. Böylece fizik modellerinin temelini oluşturan ve parçacıklara kütle özelliği veren "Higgs" parçacığı da gözlemlenebilecekti. Deneyin kanser tedavisinde çığır açacağı, Grid teknolojisi sayesinde hücrelerdeki kanserli tümörlerin (Satürn) tespit edilip yok edilmesinin (Uranüs karşıtlığı) çok kolaylaşacağı belirtiliyor. CERN’in küresel ısınma ile mücadelede de önemli katkılar sunacağı ve nükleer atıkların (Uranüs) yok edilmesinde güvenli bir sistemin oluşturulmasına yardım edeceği vurgulanıyordu. CERN yardımıyla, radyoaktif maddeler içeren nükleer atıkların (Uranüs) içindeki protonlar ateşlenecek ve nötronlar bloke edilerek nükleer atıktaki radyoaktif madde, insanlar için zararsız hale getirilecekti.
10 Eylül 2008’de Milliyet gazetesinde Türk Fizik Derneği Genel Başkanı İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik Bölümü Nükleer Fizik Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Baki Akkuş ile yapılan röportajda bu konu hakkında astrolojik takvimle örtüşen ilginç cümleler okudum ve yazıma ilave etmek istedim. Akkuş bu deneyler sonucunda teknolojik devrim yaşanacağını söylüyordu. Bu yorum zaten Satürn-Uranüs döngüsünün önemli özelliklerinden biriydi. Akkuş şöyle diyordu: "Fizik kanunları değişebilir, gelişebilir veya yeni kanunlar ortaya çıkabilir. Hatta birçok yeni parçacıkların da ortaya çıkması bekleniyor. Önce en küçük parça olarak atomları biliyorduk. Sonra çekirdeği bulundu. Sonra çekirdeğin içinde nötron, protonların var olduğunu öğrendik. Bilimsel merak bu kez de proton ve nötronların içinde kuarklar ve gluonların var olduğunu buldu. Şimdi onların içinde de neler olduğu ortaya çıkabilir. Bilgisayar, elektronik, nanoteknoloji, süperiletkenler, yeni malzemelerin geliştirilmesi, enerji teknolojisi, savunma ve uzay sanayiinde çok büyük teknolojik gelişmelere yol açacak." Akkuş, bulgulara ulaşılmasının ne kadar süreceği konusunda şöyle diyordu: "Maddeye kütle kazandıran “Higgs parçacığı”nın bulunmasının 2 yıllık bir süre alacağı tahmin ediliyor."
Satürn-Uranüs karşıtlığı, yaklaşık iki yıl sonra 26 Temmuz 2010’da yakın dönem için son kez tam açıya ulaşacak. Büyük olasılıkla, 2008 yılı sonlarında başlanan bu projenin önemli sonuçlarının ortaya çıkacağı zamanlar da, işte bu tarihler civarlarındadır.
Astrolojide Satürn, yavaş, tedbirli ve değişime karşı dirençlidir. Güven duyulan şeylere önem verilir, yenilikçilik şüphe ile karşılanır. Bu yüzden Satürn, geleneksel bilim dünyası ile bağdaştırılır. Gerçi bilimler hem Uranüs hem de Satürn doğasında özellikler taşır ve bilim dünyası daha çok Satürnyendir. Çünkü Satürn “şüphecilik” ile “deney ve ispat” ile ilişkilidir. Satürn ütyopik olanın değil (bu Uranüs’ün temsil ettiği bir kavramdır), reel ve dünyevi olanın peşindedir. Realite yapıdır, Satürn de öyle. Realite kısıtlamadır, Satürn de öyle. Realiteyi anladığımız şeklinde koruyan, bu enerjidir. Evrensel anlamda “sınırlar” Satürn ile bağdaştırılır. Amerikalı astrolog Robert Hand’in dediği gibi, Satürn kuralları koyar, sınırları belirler, yapıyı oluşturur ve oyunun doğasını tanımlar. Bazen insanoğlunun oyunun kurallarını çiğnemesinin bedeli büyüktür ve yıllarca acı verecek kadar yıpratıcı sonuçları olabilir. Astrolojide “kuralları çiğnemek” ya da “sınırları aşmak” denilince aklımıza hemen Uranüs gelir.
Uranüs, beklenmedik şeyleri ifade eder, şoklar ve devrimlerle değişimi beraberinde getirir. Astrologlar Uranüs’ü, elektronik, bilgisayar, havacılık gibi yenilikçi teknolojilerle ve dünyamıza radikal değişimler getiren kimya, fizik, matematik gibi tüm bilimlerle, metafizikle uğraşanlarla, teknisyenlerle bağdaştırmaktadır. Bu bağlamda Uranüs’ü, alternatif bilim alanına giren konularda çalışan bilim adamlarıyla da ilişkilendirebiliriz. Uranüs’ün yönettiği metaller: Platin, alüminyum, uranyum, radyumdur. Radyoaktif elementler ve nükleer enerji ile de ilişkilendirilir. CERN yardımıyla, radyoaktif maddeler içeren nükleer atıkların içindeki protonlar ateşlenecek. Bu şartlarda Uranüs’ün işin içerisinde olduğuna şaşırmamalı!
Karşıt konumdaki gezegenlerin enerjilerinin, birbirlerine taban tabana zıt olması, diğer gezegenlerin karşıtlıklara göre daha zorlaştırıcı bir durumdur. İşte Satürn-Uranüs karşıtlığında durum, tam da böyledir. Ama şunu da unutmamalıdır ki, hangi enerjiler karşıt durumda olursa olsun, dengesizlik ve çatışma yoluyla da olsa değişimi beraberinde getirirler.
Satürn Uranüs karşıtlığı, bilim ve teknoloji alanında realite olarak görülen kalıpların yıkılmaya başlayacağı, insanoğlunun aydınlanmasını tetikleyecek, bilinç düzeyini yükseltecek gelişmelerin ortaya çıkacağı zamanlarda olduğumuzu gösteriyor. 2009-2012 yılları süresince insanoğlu, özellikle bilim dünyasında yaşanacak gelişmelerle, varoluşunun nasıllığını ve evrendeki yerini idrak edebilmek için tüm sınırlarını zorlayacaktır. Bilim ve teknik alanında önemli gelişmelerin yaşanacağı, eskimiş ve bilindik kalıpların yıkılacağı bir sürece doğru ilerliyoruz!
Ozon Tabakası
1985 yılında, Satürn-Uranüs kavuşumunun etkili olmaya başladığı zamanlarda, İngiliz bilim adamları Antarktik Kıtası üzerindeki ozon tabakasındaki aşırı incelmeyi veya "deliği" keşfettiklerini açıklayarak herkesi şaşırttılar. O günden günümüze, ozon tabakasındaki incelme giderek daha geniş bir alan üzerine yayılmaktadır. Bugüne kadar ozon tabakasına zarar verecek miktarda kimyasal gazlar atmosfere serbest bırakılmıştır. Strosferde ozon miktarındaki büyük kayıp Güney Kutbu üzerinde oluşmuştur ve kıta yüzeyine düşen ultraviole ışınların şiddetinde artış gözlenmiştir. Daha zayıf benzer bir etki Kuzey Kutbu üzerinde de gözlenmiştir. Güney Kutbu üzerinde ozon tabakasında görülen incelme, tehlikeli boyutlara ulaşmış, bunun zararlı sonuçlan dünyanın her yerinde hissedilmeye başlanmıştır.
Bütün canlıların yaşamı için bir sigorta olan ozon tabakasındaki bu incelme devam ettiği takdirde, denizel ve karasal ekosistemlerde, küresel sıcaklıkta artış, canlıların bağışıklık sistemlerinin bozulması, cilt kanseri vakalarının artmasına, hatta DNA’nın tahrip olmasına sebep olacağı söyleniyor. Astroloji de bunu doğruluyor. Satürn-Uranüs karşıtlığının ardından, Satürn-Plüton karesinin ve ardından da Uranüs-Plüton karesinin yaşanacak olması, 2009-2018 yılları arasında çok büyük sağlık sorunlarıyla karşılaşabileceğimizi gösteriyor. Astrolojide Satürn, ciltle ilgilidir. Satürn-Uranüs ve Satürn-Plüton sert açıları, ciltte lekeler oluşmasına yol açabilir, cilt kanseri vakalarını arttırabilir. Bu sert açılar aynı zamanda, sert açıları şiddetli depresyona da sebep olabilir. Uranüs-Plüton sert açısı, şiddetli spazmlara, vücudun bazı biyolojik ritimlerinde değişikliklere yol açabilir. Bu sert açının yaratacağı değişimler vücutsal olabileceği gibi, zihinsel de olabilir. Uranüs, aura ile de ilişkilidir. Plüton’un Uranüs’le sert teması, anormal ve garip büyümeye de sebep olabilir. Uranüs’ün şok edici ve değiştirici etkisi, Plüton’un dönüştürücü etkisiyle birleştiğinde, hilkat garibesi gibi görünümlere, bu tür doğumların artmasına sebep olabilir.
Satürn-Uranüs kavuşumunun etkili olduğu 1988 yılında, dünyada son elli yıldır görülmemiş bir kuraklık yaşanmıştı. 2010’lu yıllarda bunun benzeri etkiler, yaşamı çok zorlayıcı hale getirebilir. 1986 yılında yaşanan Çernobil kazasında da Satürn-Uranüs kavuşumunun etkileri hissedilmeye başlanmıştı. Aralarında 14 derece uzaklık olmasına rağmen, bu ikisi aynı burçta idiler. Benzeri etkilerin yaşanmaması için, önümüzdeki iki yıllık süreçte çok dikkatli olunması gerektiği açıktır. Zira karşıtlıkta ortaya çıkacak sorunlar, kavuşumdakine nazaran çok daha vahim sonuçlar oluşmasına sebep olabilir.
Öner DÖŞER
ASTROLOJİ OKULU, Caddebostan
Bu köşe yazısındaki bilgiler telif hakları Öner Döşer’e ait olan ve Klan Yayıncılık tarafından 2009 yılı Mart ayında yayınlanan Dönüşüm Zamanı kitabından alıntıdır. İnternet ortamında yayınlarken lütfen referans veriniz.