Astrologlar, gezegenlerin Güneş etrafında tekrarlayan dönüşlerini gözlemleyerek ve Dünya üzerindeki olaylarla bu döngüleri arasındaki ilişkileri ve tarihsel döngüleri araştırır. Tarihteki döngüleri öğrenmenin amacı, aynı hatalara ve tuzaklara tekrar düşmemizi engelleyebileceği düşünülmesidir. İlerlemekte olduğumuz dönemin benzerlerinin tarihte daha önce de tekrarlamış olduğunu bilimsel teoriler bize gösteriyor olduğuna göre, şimdi öncelikli amaç tekerrürlerin zamanlamasını yapmak ve bu kez nasıl farklılıklar oluşacağını saptamaya çalışmak olmalıdır. Bir sözü her zaman çok değerli bulmuşumdur “Geçmişini bilmeyen, geleceğini bilemez”. Öyleyse işin bu noktasında mutlaka astroloji de sahnede olmalıdır!
Tarihsel perspektiften bakıldığında, tüm gezegensel döngülerin önemi olmakla birlikte, kolektif yaşam açısından Satürn, Uranüs ve Plüton’un içinde yer aldığı üç döngü en önemli ve etkili olanlarıdır. Bu gezegenlerin birbiriyle irtibatları, yani döngüleri, insanoğlunun toplum ve kültür içindeki evrimiyle, kolektif yaşam ile ilgili değişimlerin, gelişmelerin habercisidirler. Astrolog Bill Herbst, bu üç gezegenin döngülerini birer çalar saat gibi görür. Herbst’e göre bu üç saatin alarmları çok sesli çalar ve bizi kolektif uykumuzdan uyandırarak, değişim zamanlarını haber verirler. Tüm bu alarmlar aynı anda çaldığında ise, insanlığın ve medeniyetin çalkantılı bir değişim döneme gireceğini ve uç noktalarda değişimin ve evrimsel gelişimin kaçınılmaz olduğunu haber verirler. Gezegensel döngüler, bizim neslimizin yaşayacağı önemli bir evrimsel dönemecin eşiğinde olduğumuzu işaret etmekte, alarm zilleri çalmakta, önemli değişim zamanlarının yaklaşmakta olduğunu haber vermektedir!
Astroloji, uygarlığın en başlarından itibaren, hatta belki de daha öncesinden itibaren toplumda majör rol oynamıştır. Etkileri dünyanın her yerinde görülebilir. Dünyevi olayları öngörmeyi ve bireysel kaderi analiz etmeyi amaç edinen horoskop astrolojisi milattan çok önceki yıllarda Mezopotamya’da ortaya çıkmıştır. Başlangıçta, sadece krallığı etkileyebilecek kehanetler için göklerin basitçe incelenmesinden ibaretti. Bu kehanet gözlemleri genellikle doğru astronomik fenomenlerle iç içe geçirilmiş hava fenomenlerini içeriyordu. Mezopotamyalılar, özellikle de Babiller fenomenleri gözlemlediler ve listeler derlediler. Sonuç olarak da gezegenlerin gözlemlenmiş yinelemelerine dayanarak, gelecekte herhangi bir zamanda gezegenlerin pozisyonlarını mantık sınırları dahilinde doğru biçimde tahmin edecekleri bir noktaya ulaştılar. Bu istatistiksel derlemeler, bugün de Dünya Astrolojisi’nin temel mantığını oluşturmaktadır. Astroloji, geçmişe bakarak, geleceğin anlaşılabilmesi için uygulanan önemli istatistiksel yöntemlerden biridir. Astrolojinin uygulanma amacı, felaket senaryoları üretmek değil, olası olumsuzluklara karşı uyarmaktır!
Tarihsel Döngüler
Tarih tekerrürden ibarettir derler. Okulda hepimiz kronolojik takvimler sayesinde belli zaman aralıklarında benzer olayların döngüler halinde tekrar ettiğini öğrendik. Şüphesiz bu öğrendiklerimiz sadece genel kültürümüz gelişsin diye değildi. Tarihin geniş kalıplarını öğrenmek, geçmişte yaşanan durumlarla tekrar karşılaştığımızda bizi bilinçli tutabilir. Hatta belki de aynı tuzaklara tekrar düşmemizi engelleyebilir. Kadere çok inanmakla birlikte, bizim irademizle verdiğimiz tepkilerin ve yaklaşımların da önemli bir anlamı olduğunu düşünüyorum.
Madem ki tarih döngülerden ibarettir, o zaman yaşanan olayları düz çizgiler halinde alt alta yazmaktansa, daireler içerisinde işaretleyebiliriz. Aslında, bu tam da astrologların yaptığı şeydir! Gerçek astrologlar Dünya üzerindeki olaylar arasındaki ilişkiyi ve gezegenlerin Güneş etrafında tekrarlayan dönüşlerini gözlemleyerek bu döngüleri araştırır. Çağlar boyunca türlü kriz dönemlerinde kozmik perspektiflerini almak üzere astrologlara danışılmıştır.
Konuya yabancı olanlar için astrolojinin nasıl çalıştığını birkaç temel prensibe bakarak açıklamak yerinde olacaktır. Gezegenimizin bir turu yaklaşık 365 gün sürer yani eğer dünyayı güneş sistemimizin merkezine koyacak olursak sanki Güneş’in dünyamız etrafında dönüşü 365 gün sürüyor gibi görünür. Benzer şekilde diğer gezegenlerin de kendi döngüleri vardır. Dünyadan bakıldığında gezegenler ileri hareket ettikleri gibi kimi zamanlarda da geriliyormuş gibi görünür. Dış gezegenler bir turunu yaklaşık 2 yıl (Mars) ile 248 yıl (Plüton) arasında tamamlar. Bu gezegenlerin hangi burçta olduklarını, bu burcun hangi derecesinde olduklarını bilmek önemlidir. Özellikle döngüleri uzun olan gezegenler olan Uranüs, Neptün ve Plüton bulundukları burçlarda uzun dönem kaldıklarından, tarihte daha önce filanca burçta bulundukları zamanlarda ortaya çıkan olayları bilirsek, zamanımıza yakın dönemde bu burçta bulunduklarında benzer etkilerin ortaya çıkacağını öngörebiliriz. Hatta dereceleri bile dikkate alabiliriz. Mesela 2009 yılında Plüton Oğlak burcunun ilk üç derecesinde bulunacaktır. Bundan yaklaşık 248 yıl önce Oğlak burcunun aynı derecelerinde hareket ettiği zamanlarda dünyada yaşananlar bizim için önemli bir örnek oluşturacaktır. Daha yakın dönemler için Satürn’ün bulunduğu burç ve dereceler üzerinde çalışabiliriz. Çünkü Satürn döngüleri yaklaşık 30 yıldır.
Şüphesiz ideal tahminlerde bulunmak için tek başına bir gezegenin konumunun bilinmesi resmin tamamını görebilmek için yeterli olmayacaktır. Global önemi olan olayların öngörülmesi konusunda iki veya daha fazla sayıda gezegenin birlikte etkileşimine bakmamız daha isabetli tahminler getirecektir. Başlangıç için ikili döngüleri ele alabiliriz. İki gezegenin birlikte döngüsü saatin akreple yelkovanı gibi işler. İki gezegeni Zodyak’ın aynı derecesinde, bir arada düşünelim. Yani saat tam 12:00 konumunda olsunlar. Yukarıda bahsettiğimiz gibi, gezegenlerin Güneş etrafında dönüş hızları birbirinden farklıdır. Bir gezegen diğerinden daha hızlı ilerleyeceğinden bu iki gezegen saat tam 12:00 konumundan itibaren birbirlerinden ayrılmaya başlayacaklardır. Dünyadan gözlemlenen bir gezegen döngüsü esnasında, o gezegen diğer gezegenlerin her biriyle belirli dizilimler ya da geometrik ilişkilere girip çıkar. Bu ilişkilere “açılar” denir. Örneğin saat 12:15 olduğunda, bu iki gezegen birbirlerine 90 derece açıda olacaklardır. Saat 12:30 olduğunda, bu iki gezegen birbirlerine 180 derece açıda olacaklardır. Bu arada yelkovan ilerlemekteyken, akrebin de 12.00’deki konumundan yavaşça 13:00 konumuna kaymaya başlayacaktır. Saat 12:45’i biraz geçiyor olduğunda, bu iki gezegen birbirlerine yaklaşık 90 derece açıda olacaktır. Zira akrep saat 13.00 konumuna daha yaklaşmıştır. Derken saat 13.05 olduğunda, bu iki akreple yelkovanın üst üste gelmiş oldukları gibi bu iki gezegen de tekrar aynı hizaya gelecektir. Bir önceki üst üste geldikleri başlangıç noktasını örneğin Oğlak burcunda tanımlarsak, bu kez bir sonraki burçta yani Kova’da üst üste gelecekler, astrolojik olarak kavuşum yapacaklardır. Şimdi bu ikisinden akrep olanı Güneş, yelkovan olanı Ay gibi düşünelim. Bu ikisi Zodyak’ın bir burcunda kavuşum yaptıktan bir döngü sonra, Zodyak’ın bir sonraki burcunda kavuşum yaparlar. Biz buna yeniay deriz. Diğer gezegenler arasındaki döngüleri de bu ikilinin döngülerine benzetebiliriz.
Gezegenlerin açı oluşturması, belirli bir ortak aktivasyona ve etkileşime denk düşen gezegensel arketipleri gösterir. Başka bir deyişle, iki gezegen belirli bir geometrik ilişkiye girdiğinde bunlara denk düşen iki arketipin insan ilişkilerine artan dinamik etkileşimler ve ifadeler şeklinde yansıdığı gözlemlenir. Dünya Astrolojisi’nde en etkili olarak kabul edilen ve olay bazında etkiler ortaya çıkardığı için önemsenen açılar 90 derece (kare), 180 derece (karşıt) ve bu iki gezegenin kavuşumlarıdır (0 derece). Bu iki gezegenin döngüsü başladığından bir süre sonra, hızlı ilerleyen gezegen diğerini yakalayacak ve aynı döngü tekrarlanacaktır. İki gezegen arasında en uzun döngü Neptün ile Plüton arasında yaşanır ve bir döngünün tamamlanması 492 yıl sürer.
Astrologlar, gezegenlerin Güneş etrafındaki bu tekrarlayan dönüşlerini gözlemler ve Dünya üzerindeki olaylarla, gelişmelerle karşılaştırır. Kolektif yaşam açısından Satürn, Uranüs, Neptün ve Plüton’un ikili döngüleri en önemli ve etkili olanlarıdır. Bu gezegenlerin döngüleri insanoğlunun toplum ve kültür içindeki evrimiyle, kolektif yaşam ile ilgili değişimlerin, gelişmelerin habercisidirler.
Jenerasyon Gezegenleri
Gözle görülebilir gezegenlerin ötesinde olan Uranüs, Neptün ve Plüton geçiş yapmakta oldukları burçlarda uzun zaman kaldıklarından ve bu burçlarda sembolize ettikleri kavramlar ve değerlerin, kuşakların genel karakteristik özelliklerini ifade etmesi yüzünde bunlara jenerasyon gezegenleri denmiştir. Uranüs 18. yüzyılda, Neptün 19. yüzyılda ve Plüton 20. yüzyılda keşfedilmiştir. Bu gezegenlerin keşifleri insanlığın bilincinde hızlı bir gelişime ve yeni niteliklerin radikal biçimde ortaya çıkmasına denk düşmektedir. Bu gezegenlerin atfedildikleri arketipsel nitelikleri, keşfedildikleri dönemlerde gerçekleşen temel tarihi olaylarda, kolektif dinamiklerde ve kültürel akımlarda gözlemleyebiliriz. Bir gezegenin keşfi ile o gezegene ait eğilimlerin ön plana çıkışı aynı zamana rastlar.
Uranüs’ün keşfedildiği 1780’li yıllarda, özgürlüklerin ön plana çıktığını, sömürgelerin sona erdirildiğini görüyoruz. Fransız ihtilali de Uranüs’ün keşfi civarına rastlar. Bu ihtilal sonucu bütün dünyada feodal rejime karşı ayaklanmalar gerçekleşmiştir. Bu yüzden Uranüs özgürlükçülüğüyle, asiliğiyle ve otoriteye başkaldıran özelliği ile tanınır. Bu aynı zamanda insanların yeni arayışlar içerisinde olduğu dönemdi.
Neptün’ün keşfedildiği 1860’lı yıllarda, spiritüalizmin ön plana çıktığını görürüz. Neptün yüksek bilincin kaynağıyla aramızda bağlantı sağlayan kozmik anten gibidir. Tıpta ilk narkoz kullanımı yaklaşık bu tarihlere denk gelir. Uyuşturucu kullanımında da artış görülmüştür. Bunlar Neptün doğasında arketiplerdir. Neptün illüzyon ve hayal gücüyle ilişkilendirilir. Ne ilginçtir ki sinemanın ortaya çıkışı da tam bu döneme rastlar.
Plüton 1930’lu yıllarda bulunduğu zaman, gangsterlik almış yürümüştü. Yer altı dünyasının karanlık adamları güç ve para için insanları öldürüyor; çalıp çırpıyorlardı. Hitler bu gelişen güçlerin en çarpıcı örneğidir. Atom bombasının yapımında Plütonyum kullanılmıştı. Bu yüzden Plüton patlayıcı etkilerle bağdaştırılır. Bu aynı zamanda dünyanın krizde olduğu, önemli bir değişim, dönüşüm yaşanan bir dönemdi. Bu yüzden Plüton dönüşüm yaratan krizlerle ilişkilendirilir.
Arketip Olarak Gezegenler ve Burçlar
Bir tür ilkel atavi imajlar olarak adlandırabileceğimiz arketipler, kolektif bilinçaltının içerikleridir. Plato’nun devrinden beri dağarcığımızda yer almışlar, Jung’la birlikte modern dönemde bilinç haritasına oturmuşlardır. Arketipsel perspektifin ilk formları, mitolojide tanrısallaştırılmış figürlerle ve eski mitlerin anlatılarında gök cisimleri ile ilinti kurularak, insan hayal gücünün bir ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır.
Platon’a göre arketipler, dünyaya kendi form ve anlamlarını veren, ama deneysel dünya sınırlarını da aşan ebedi evrensel idealardır. Platon’un öğrencisi olan Aristo ise, bu evrensel formlar konseptine deneyci bir yaklaşım getirmiş, rasyonel temeller üzerine oturtmuş, arketipleri yaşam süreci içerisinde kendini gösteren dinamik ve teolojik karakterler olarak tanımlamıştır. Yirminci yüzyılda psikolojinin gelişimiyle birlikte arketip konsepti, Nietzsche’le yeniden gündeme gelmiş, Freud’un ego, id ve süperego kavramları ortaya çıkmıştır. Jung, arketipleri, psişedeki tüm insan deneyimlerini ve davranışlarını yapılandıran otonom ezeli formlar olarak tanımlamıştır. Postmodern dönemde arketipler, sadece psikoloji alanında değil, antropoloji, mitoloji, dini çalışmalar, bilim felsefesi, dilbilim analizleri, fenomenoloji, felsefe süreci ve feminist ilimler alanlarında da kullanılmıştır. Arketipler üzerine yapılan çalışmalar, insan zihnini ve algısını şekillendiren paradigmaların, sembollerin ve metaforların rollerini anlamada ilerlemeler sağlanmasına katkıda bulunmuştur.
Jung’a göre arketipler, insan deneyimlerinin formlarını yönetirler ve “kollektif bilinçaltı”nı oluştururlar. Böylelikle arketipleri, bilinçte ortak payda sağlayan birer sembol olarak görebiliriz. Astrolojide gezegenler de, birer sembol olarak kullanılırlar. Eski dönemlerden bu yana arketipler, gezegenlerin sembolik anlamlarının yanı sıra, onların gökyüzündeki hareketleri ile ve mitolojik karşılıkları ile de bağdaşlaştırılmışlardır. Astrolojik perspektife göre arketipler, hem tarihsel hem de kavramsal olarak arketipsel yapılara, öykülere ve mitolojideki karakterlere bağlıdır. Astrologların kadim kaynaklara dayanan görüşleri, temelde deneyselliğe dayanmaktadır. Bu deneyselliğe mitolojik ve arketipsel perspektife dayanarak bir bağlam kazandırılır. Bu perspektifte, gezegenler arası korelasyonlar önem kazanır. Kadim bilgeler “göklerde olanın yerde de olduğunu” söylemişlerdir. Böylelikle gezegensel arketipleri ve onların korelasyonlarını, kozmozun doğasından kaynaklanan, ama aynı zamanda insan psişesinin prensiplerini oluşturan formlar olarak görebiliriz. Yani gezegensel arketipler, realitenin zorunlu prensiplerini ifade eden metafizik doğaya sahip oldukları kadar, psikolojik doğaya da sahiptirler ve insan olgusunun da katılımıyla belli bir hal alırlar. Zira insanoğlu kozmozun bir tezahürü, yani mikrokozmoz olarak yaratıcı güce ve zihne sahiptir.
Astrolog Robert Zoller’e göre arketipler, fiziksel yaradılışın ve insanların arasındaki ahlaki ilişkileri düzenleyen kalıpların temelidirler. Zodyak’ın 12 burcu “İlahi İrade”nin on iki farklı etki alanını gösterir. Zodyak burçlarının faaliyetleri, ilahi iradenin belirli formlara odaklanmasıyla ilişkilidir. Bu nedenle, her bir Zodyak burcunun faaliyetinden bahsederken, bu formların oluşumundan bahsetmiş oluruz. Zodyak ulvi ve ruhsal güçlerin göstergesi değildir. Daha ziyade, dünyadaki varlıkları ve formları şekillendiren dünyevi ve maddi etkilerin göstergesidir. Örneğin inisiyatif almak, amaçları doğrultusunda girişken olmak Koç; çalışma azmi ve de yöntemler, araçlar ve değerler hakkında bilgi sahibi olma (Boğa); kişinin insanlara sunabileceklerini tanıtması, yaptıklarının maliyetini ve bu hizmetlerin nasıl temin edilebileceğini anlatması (İkizler), çalışanlarına ailesi gibi davranması (Yengeç), otomatik olarak lider, patron, otorite, baba konumunda olması (Aslan), bu şekilde topluma bir hizmet sağlaması (Başak), diğer insanlarla iletişime geçmesi (Terazi), ilişkilerini ilerletmesi ve iş ortaklığı yapması (Akrep), ahlakını ve hayat felsefesini ortaya koyması (Yay), maddi alanda başarılı olması (Oğlak), toplumu düzenleyen kuralları öğrenmesi (Kova) ve son olarak, tüm bunların geçip gitmesine izin vermesi (Balık) prensiplerini oluşturur.
Astrolojideki gezegen sembolleri, insanoğlunun deneyimleri içindeki arketipsel fonksiyonları gösterir. Her gezegenin farklı bir düzeyde anlamı vardır. Bu anlamlar bireysel ve sosyal kavramlarla özdeşleştirilir. Ortaya çıkan olayların gerek bireylerin, gerekse toplumların psikolojik, politik, ekonomik ve ruhsal bazda yarattığı etkiler üzerinde araştırmalar yapılarak, bunlar gezegensel ve burçsal arketiplerle karşılaştırılır.
Bu kitap içerisinde üç gezegenin döngülerine ağırlık verilecektir. Bunlar Satürn, Uranüs ve Plüton’dur. Toplum ve kültür içinde Satürn otoriteyi ve geleneği, kurulu düzeni, statükoyu ve hiyerarşiyi ifade eder. Yavaş, tedbirli ve değişime karşı dirençlidir. Güven duyulan şeylere önem verilir. Yenilikçilik ise şüphe ile karşılanır. Uranüs sıradan kurallara uymamayı, geleneklere karşı çıkmayı, hiyerarşik düzeni ve statükoyu inkar etmeyi temsil eder. Beklenmedik şeyleri ifade eder, şoklar ve devrimlerle değişimi beraberinde getirir. Plüton toptan değişimi ifade eder. Eskiyi tamamen ortadan kaldırarak yeni için yer açan dönüştürücü bir güçtür. Bilinçsiz baskılarla ortaya çıkan ancak sonrasında bilinçli hale gelen kitlesel sosyal hareketleri ifade eder. Plüton aynı zamanda enerjinin maddeye, maddenin enerjiye dönüşümünü sağlayan enerjidir. Bu üç gezegenin genel özellikleri hakkında detaylı bilgiyi, yazının sonundaki ekler bölümünde (EK1’de) bulabilirsiniz.
Dış gezegenlerin çiftli döngüleri birtakım evrimsel değişimleri de beraberinde getirir. Bu gezegenler insanoğlunun toplum ve kültür içindeki evrimi ile yani kolektif yaşam ile ilgilidirler. Kitapta, bu gezegenlerin birbirleriyle açısal bağlantılarını değerlendirirken kavuşum, kare ve karşıt açıyı ele alacağız. Zodyak’ın bu ağır toplarının ikili fazlarını, Güneş Ay fazına benzetebiliriz. Fazlara ilişkin detaylı bilgiyi yazının sonundaki ekler bölümünde (EK 2’de) bulabilirsiniz.
Tarihe dönüp bakmak, hangi olayların hangi döngülere denk geldiğini araştırmak, böylelikle gelecekte bu döngüler tekrar ettiğinde karşılaşacağımız muhtemel etkileri tahmin etmek astrolojinin en yararlı alanlarından birisidir. Böylece, içinde bulunduğumuz dönemin olumsuz etkilerinden sakınma, olumlu etkilerini kullanma şansımız artar. Tabii, yaratan tarafından bize bahşedildiği ölçüde!
İkili döngüleri incelemeye başlayacağımız bu bölümde, birbirleriyle açısal kombinasyon oluşturan iki gezegenin sembolik özellikleriyle, dönemsel olaylar arasında bağlantı kurmaya çalışacağız. Şu anda içinden geçmekte olduğumuz süreçte etkin olan Satürn-Uranüs döngüsüyle başlıyoruz. Kemerlerinizi sıkı bağlayın!
Öner DÖŞER
ASTROLOJİ OKULU, Caddebostan
Bu köşe yazısındaki bilgiler telif hakları Öner Döşer’e ait olan ve Klan Yayıncılık tarafından 2009 yılı Mart ayında yayınlanan Dönüşüm Zamanı kitabından alıntıdır. İnternet ortamında yayınlarken lütfen referans veriniz.
EK1
SATÜRN
Satürn engeller, limitler, sınırlar ile alakalıdır. Sorumluluk, disiplin ve kontrol mekanizmalarını temsil eder. Hayatın gerçeklerini, bize şartlar içerisindeki limitlerimizi gösterir. Zamanla ve mekanla sınırlı olduğumuzu hatırlatır. İnandığımız realiteleri, kabullendiğimiz kalıpları ve gelenekleri anladığımız şeklinde koruyan Satürn enerjisidir. Kuralları koyar, sınırları belirler, yapıyı oluşturur. Gelenekten gelen şeylerin, kuralların, hesaplanabilir olan şeylerin ve devamlılığı sağlanabilecek şeylerin de genel göstergesidir. Metotlu ve planlıdır. Rastgele ve beklenmeyen şeyleri göstermez. Sıra dışı olanla değil, sıradan ve alışılmış olanla ilişkilidir. Etrafımızda tanımlamakta zorlanmadığımız, elle tutabildiğimiz ve gözle görebildiğimiz şeyler de Satürn’le ilgilidir. Korkularımız ve endişelerimizle alakalıdır. Konsantre olabilme ve eski kuralları uygulayabilme yeteneği vardır. Kontrolü elinde bulunduran otorite figürleriyle, devleti ve düzeni temsil eden kişilerle de bağdaştırılır. Satürn transitleri mantıklı ve gerçekçi olmak zorunluluğunu, yalnızlık hissini, büyük sorumluluk almak ve görevin bilincinde olma gerekliliğini, başarının ancak çok dikkatli adımlar atarak ve ağır hareket ederek kazanılabileceğini, toplumsal konularda gözden düşme veya önemli eleştirilere maruz kalma riskini, özgürce bildiğini yapmakta zorlanılan bir dönemde olunduğunu gösterir.
URANÜS
Mitolojide Uranüs, tanrıların ilkidir. Gök tanrısı olarak tanınır ve yeryüzü kraliçesi Gaia (Toprak ana) ile evlidir. Tanrılar dünyasının Adem ve Hava’sı gibi görülen Uranüs ve Gaia’nın birleşmelerinden on iki tane çocuk dünyaya gelmiştir. Bunların altısı kız, altısı erkektir. Bu çocuklardan en sonuncusu olan Kronos (Satürn) yükselmekte olan babasına baş kaldırmış, onu hadım etmiştir. Mitolojide bu olayın yorumu şöyle yapılır: Kişinin annesi ile evlenmesi sonucu canavar çocuklar doğar. Bu öykü, böyle bir evliliğin günümüz toplumlarında da bir yasak olmasıyla paraleldir. Bu yüzden Uranüs, toplumun normal görmediği durumlarla ilişkilendirilir. Satürn’ün Uranüs ile düşmanlığı da bu hikayenin temelinde yer alan önemli unsurlardandır.
Astrolojide Uranüs reformları, aydınlanmayı, gelişimciliği temsil eder. Zamanın ötesinde olmak, ileri görüşlülük, yenilikçilik, mucitlik, orijinallik ve yaratıcılık gibi nitelikler gibi kavramlar Uranüs doğasındadır. Farklı ve sıra dışı olan her şeye karşı eğilimlidir. Özgürlükçü, devrimci, erk tanımayan özellikleriyle, Zodyak’ın isyankar çocuğudur Uranüs. Çarpıcı, garip ve aykırı tavırlar sergiler. Şartların ani ve çarpıcı biçimde değişeceğine işaret eder. Yaşamını boğucu bir hakimiyet altına almış etkilerinden, kişisel veya toplumsal esaretten kurtulma, bağımsızlığını ilan etme arzusunu taşır. Uranüsyen isyanlar, nesillerin bir sonraki aşamaya geçmesini sağlayan doğal krizleridir. Uranüs güçlü bir şekilde etkin olduğunda, toplumun eskiyen yapılarının değişme zamanı gelmiş demektir. Bu değiştirmek üzere yola çıkan kişiler ve gruplar bazen tehlikeli görülen devrimciler olarak, bazense takdir gören reformcular olarak karşımıza çıkar. Kötücül yönleriyle Uranüs haşin, kaba, düzensiz ve düşüncesizce girişimleri temsil eder. Birlikte hareket etmek, işbirliği gibi kavramlar Uranüs’le bağdaşmaz. Ayrıksı durmayı temsil eder.
PLÜTON
Plüton, gölgeler dünyasının, derinden gelen bilgeliğin, ölüm ve yeniden doğuşun sembolüdür. Eski Yunan’daki adı ile Hades, ölümün ve yer altı dünyasının yöneticisidir.
Hades kelimesi “görünmeyen “ anlamına gelir. Mitolojide Plüton, iki çatal uçlu asası, karanlık miğferi ve hayaletleri yönetmekte kullandığı sopası ile birlikte düşünülür. Bir insan değil, bir İblis gibi tanımlanır. Ülkesinin girenlere daima açık kapısından, kimse dışarı çıkamaz. İnsanların ve tanrıların hiç sevmedikleri Hades, karısı Persephone ‘Demeter “ ile beraber yer altında gölgeler halinde dolaşan ölülere hükmeden sert zalim bir tanrıdır.
Güç tutkusu sözcüğünün neredeyse eş anlamlısı olarak görebileceğimiz Plüton, gücü elinde tutabilmek için her türlü entrikaya başvuracak kişilerle, yeraltı öğeleriyle, mafya türünden örgütlerle, organize suçlarla, toplum için tehdit unsuru olan kişilerle ilgilidir. Terörizm de Plüton enerjilerinin bir yansımasıdır. 1930 yılında keşfedildiği zamanlarda, gansterlik almış başını yürümüştü. Yer altı dünyasının karanlık adamları, güç ve para için insan öldürüyor, çalıp çırpıyorlardı.
Plüton, kaçınılmaz denilebileceğimiz değişimi ve dönüşümü ifade eder. Yıkım ve yok oluşun ardından gelen yeniden oluşumun arketipidir. Eskiyi tamamen ortadan kaldırarak yeni için yer açan, dönüştürücü bir güçtür. Evrensel gelişim için, Plüton’un bu yönü gereklidir. Plüton’un enerjisinin güçlü olduğu zamanlarda, evren bizden kozmik bir amacı yerine getirmemizi bekler gibidir adeta. Ortaya çıkardığı sonuçlar hem yapıcı, hem de yıkıcıdır. Alışılmış toplumsal ve sosyal düzenleri alt üst edebilir. Etkileri bilinçsiz baskılarla ortaya çıkar; ancak sonrasında bilinçli hale gelir. Kitleleri etkileyen hareketlerle ilişkilidir. Her burçta uzun süre kaldığı için, kuşakların toplumsal değişimlerini yönetir. Bir akımı diğerine karşı kışkırtabilir, sıkıca kenetlenmiş grupları birbirinden ayırabilir.
EK 2
FAZLAR
Ay, ayda dört kez faz değiştirir: yeniay, ilkdördün, dolunay ve son dördün. Bu fazların her birinde enerjinin ortaya çıkışı ve ifade edilmesi değişiktir.
YENİAY FAZI
Ay ve Güneş’in kavuşum yapmalarıyla başlar ve Ay’ın Güneş’ten uzaklığının 45 dereceye ulaşmasıyla tamamlanır. Tıpkı karanlıkta bir dönem geçirdikten sonra yüzeye çıkan bir tohum gibi Yeniay yeni bir başlangıcın işaretçisidir. Sabırsızca bir yenileştirme eğilimi görülür. Bu fazın başlangıcı en belirsiz dönemdir. Bir şeyler başlatılmıştır, ama henüz filiz vermemiş durumdadır. Başlatılan şeylerin görünür duruma ulaşmaya başlaması 45 dereceye, yani Hilal fazına ulaşıldıktan sonra olur. Bu yüzden bu fazda, toplum henüz tam olarak neyin başladığının farkında olmayabilir. Bu dönemde yapılacak değişimler nadiren bilinçli oluşur. Tam olarak ne istenildiğinin keşfedilmesine çalışılan bir dönemdir. Dünyayı sanki henüz yeni keşfedilecek bir yer gibi görme eğilimi vardır. Bu faz geleceğe yönelik önemli gelişmelerin habercisidir ve beraberinde belli bir hassasiyet de getirir. Yapılan girişimlerin hayatta kalması için mücadelesinin verilmesine ve korunmasına ihtiyaç vardır.
İLK DÖRDÜN FAZI
Bu fazda Güneş ve Ay arasındaki açı 90 derece ila 134 derece arasındadır. Bu faz kare açı ile başladığı için öncelikle sert ve zorlayıcı etkileri görülür. Arada kare açı olduğundan değişim şiddetli ve kasıtlıdır. İç huzurunu kaybetme pahasına olsa bile gelişme, bağımsızlaşma arzusu vardır. Gelişimi kısıtlayan faktörlerden kurtulmaya bilinçsizce bir zorlama görülür. Şüphesiz bunun bir bedeli olacaktır. Kritik bir fazdır ve hayatta kalma, varolma savaşı verilmesi söz konusudur. Zira yeniayda ekilen tohumlar toprak yüzeyine çıkmıştır ve bu yüzden de her türlü hava şartlarına maruz kalmaya başlamıştır. Bu yüzden krizlerle doludur. Toplumsal olarak yapılması gereken şeylerin kararlarının alınmasına, daha önce ortaya atılmış teorilere, adımlara sahip çıkılması veya bunlardan vazgeçilmesi arasında bir tercih yapma gerekliliği vardır. Çünkü bundan sonrasında ilerlenecek yön, tam bu noktadan itibaren belirginleşmek durumundadır. İki zıt güç arasında bir seçimde bulunmak zorunda kalınabilir. Öngörülemez ve tepkisel davranış şekilleri sergilenebilir. Toplumsal kriterlere ayak uydurulması zor olan bir dönemdir. İçgüdüsel bir biçimde aksiyon alma eğilimi vardır. Uç noktada merhametsizlik, yıkıcılık görülebilir. Bazen bu fazda taraf tutma eğilimi gözlemlenir. Bu adeta bir testten geçme dönemidir. Huzursuzluk ve zorlanma vardır. Büyümenin temeli bu faz üzerine kuruludur. Temel atma ve çok fazla koşuşturma söz konusudur. Aktif olunması gereken ve hızlı geçecek bir dönemdir. İnisiyatifi ele almak gereken bir dönemdir. Keskin bir dönemeçten geçildiğinden, sağlam bir yer kazanabilmek için büyük çaba sarf edilmesi gerekecektir.
Yeniayda girişilen işlere sahip çıkma zamanıdır ve hedeflere ulaşmak için kararlı olmak gerekir.
DOLUNAY FAZI
Bu fazda Güneş ve Ay arasındaki açı 180 derece ila 224 derece arasındadır. Bu faz yeniayda ortaya atılan, başlangıcı yapılan şeylerin iyice belirginleştiği bir fazdır. Başlangıçtan 14 yıl kadar sonra fazında ne yaptığımızı, neyi başlattığımızı tam olarak göreceğimiz bir dönemden geçeriz. Artık Yeniaydaki belirsizlik tamamen belirginleşir ve tüm karakteristikleriyle görünür hale gelir. Karanlık noktalar aydınlanır ve her şey meydana çıkar. Ak koyunla kara koyunun ayrıldığı zamandır. Stresli bir zaman dilimi olabilir. Eğer toplumlar o güne kadar olumlu bir şeyler yapmışlarsa bunun başarısını elde edecekler, yapmamışlarsa tam tersi olumsuz sonuçlar alacakları ve tatminsizlik getiren bir dönem yaşayacaklardır. Bazıları için bu bir hasat dönemi olurken, bazıları için bir hüsran dönemi olabilir. Karşıtlık söz konusu olduğundan, sosyal ilişkilerde çelişkiler, zıtlaşmalar, karşıt fikirler ortaya atılacaktır. İhtiyaçların ve amaçların farkına varma, diğer kişilerin ihtiyaçlarını da göz ardı etmeden ve onaylarını alarak, ilişkileri dengeleme gerekliliği söz konusudur. Başkalarıyla birlikte hareket etmeye, dayanışmaya, paylaşmaya açık olunmasında fayda vardır. Bu dönemde etrafımızdaki şeylerin bize neler söylemeye çalıştığına, işaret etiğine daha fazla dikkat etmelidir. Sosyal yaşamın gerekliliklerine ayak uydurmakta zorluklar ortaya çıkabilir. İtaat etmeyi reddeden bir inatçılık ortaya çıkabilir. Planlara, hedeflere, başlangıçtan bu yana gelinen aşamaya objektif ve olgun bir farkındalık noktasından bakılmasının zamanı gelmiştir. Gelecekle ilgili önemli kararlar alınan, kendiyle hesaplaşmanın öne çıkacağı bir dönem olarak önem taşır. Verimli ve enerjik bir dönemdir. Önemli ürünler ortaya koyulabilir. Zorluklara rağmen yaratıcılık ve kapasite had safhadadır.
SON DÖRDÜN FAZI
Güneş ve Ay arasında 270 ila 314 derece açı olduğunda Son Dördün fazı oluşur. Bu İlk dördün fazına benzer, ama daha sosyal bir düzey söz konusudur. Yaptıklarını topluma sunma, faydalı hale getirme dönemidir. Geliştirilen yeteneklerin üzerinde oynama ve onların avantajlarından yararlanma söz konusudur. Eskileri düzenleme, eski kabiliyetleri işe yaratma ve onları başkalarının iyiliği için kullanma gayreti vardır. Sosyal bilinçlilik ya da ideolojik farkındalık uğruna bir dizi farklı mücadele içine girebilir. Toplumsal inançların ve ideolojilerin, neden burada olduğumuzun, yaşamımızın amaçlarınının sorguladığı bir dönemdir. Toplumlar olarak sorumluluklar alınması ve aktif olunması gereken bir dönemdir. Bu başarılı bir sonuç elde etmek için gereken son gayret gibi görülebilir. Kendimize sormamız gereken ‘Bundan sonra ne yapacağım?’ dır. En zor kararları vermemiz gereken bir dönem olabilir. Neleri bırakmak ve değiştirmek gerektiğine karar vereceğimiz bir fazdır. Geleneksel değerler ve çağ ötesi trendler arasında kalma durumu vardır. Yönetken enerjiler ve başkaları üzerinde hakimiyet kurma arzusu ön plana çıkabilir. İyi niyetli liderler kendi grubunun taleplerini hissedebilir ve kendi ideallerini grup içindekilerin idealleri ile birleştirebilir. Bir başka bakışla, kişisel hırslarına içinde bulunduğu grup vasıtasıyla ulaşma ya da grubu kendi ihtiyaçları doğrultusunda değiştirme enerjisi hakimdir. Lider pozisyonu tutan kişilerin reform yapmak adına bizzat kendileri harekete geçmeden, yönetimsel bir duruş sergileyerek diğer insanları buna itebilirler. Bu fazda esneklik oldukça azdır. Karamsarlık enerjisi ortaya çıkabilir. Alışılmış toplumsal ve hiyerarşik düzende krizler yaşanabilir. Ani patlama ve tepkiler görünebilir.