Karakterimizi Değiştirirsek, Kaderimizi Değiştirebilir miyiz?
Belki de, etrafımızda oluşan pek çok travmatik durumları, hastalıkları bilinçsizce üretilen negatif düşüncelerimizle, biz insanlar var ediyoruz. Böylelikle aslında bedenimizi zayıf düşürüyoruz ve kendi kendimize zarar veriyoruz. Psişik kahin Edgar Cayce bu konuyla ilgili şöyle diyor: “Düşünce ve girişimleri ile aynı çizgide olmak üzere bireylerin aktivitelerini etkileyen koşullar vardır ve spiritüel yasalar çerçevesinde bireyler ile bir etkileşim söz konusudur.”
Günümüz bilim insanlarının araştırmaları da artık bizi, gezegenimiz ile üzerindeki yaşam formlarının tek bir canlı organizma olduğunu kabul etme aşamasına getirmiştir. Toplum yaşamında bir üst varlık noktasına geçmek istiyorsak, Amerikan yerlilerinin de söylediği gibi, Doğa Ana ile aynı dengede yürümemiz gerektiğini öğrenmeliyiz. Aksi şekilde davranmamız, büyük din kitaplarında ve kadim kültürlerin efsanelerindeki gibi, büyük bir yıkımla karşı karşıya kalmamıza sebep olacaktır. Kutup kayması olarak nitelendirilen fenomenin aktive edilmesinde belki de insanoğlunun düşüncelerini kontrol edememesi ve bunların negatif eylemlere dönüşmesinin de büyük payı vardır. İlle de böyle bir sonuçla karşılaşmamız gerekiyor mu? Belki de bu süreçte sorumluluğumuzun farkına varırsak, bilinçli bir şekilde bir şeyleri değiştirmeye çalışırsak, bu değişim dünyanın enerji matrisi üzerinde olumsuz etkileri azaltabilir, olumlu etkiler yaratabiliriz. Modern Astroloji’de çok güzel bir betimleme vardır: “Karakterimiz kaderimizdir. Karakterimizi değiştirebilirsek, kaderimizi değiştirebiliriz.”
Bazı araştırmacılar, gruplar halinde meditasyonlar düzenleyerek, kolektif bilinci doğru bir odak merkezine yönlendirebilir uyumlu bir dalga yaratabilirsek, bu uyumlu dalga alanının gezegensel enerji ve manyetik alanları ile iletişime geçerek bu alanları etkileyeceğini ve alan ortamındaki kolektif bilince pozitif etki yapacağını öne sürmekte, kolektif niyetlerin zamanla bilinci yükseltmeye yardım edeceğine ve tüm gezegen için pozitif sonuçlar getireceğine inanmaktadırlar. Bilinçli olarak oluşturulacak bu yüksek uyum, gerçekten de savaş, sosyal huzursuzluklar, vahşetler gibi negatif global durumları pozitif olarak etkileyebilir mi? Küresel ısınmanın etkilerini tersine çevirebilir mi? Depremler, kasırgalar, volkanik patlamalar ve tsunami gibi doğal afetlerin yoğunluğunu etkileyebilir mi? Hastalık, kıtlık, yoksulluk gibi konularda çözüm bulma konusunda insanoğluna yardımcı olabilir mi? İnsan kalbinin potansiyelini keşfetmek üzere 1991’de kurulmuş kar amaçlı olmayan bir araştırma organizasyonu olan HeartMath enstitüsü araştırmacılarına göre cevap: evet! Araştırmacılar, tüm bu uygulamaların kalp uyumu katılarak nasıl kolaylaştırılacağını, hatta daha büyük ve daha uzun süren bir etki sağlayacağını açıklıyorlar ve bundan sonraki basamağın, uyumlu kişi gruplarının gezegensel enerji alanlarını kolektif bilinci pozitif etkilemek amacıyla değiştirebileceğini göstermek olduğunu söylüyorlar. GCI Araştırma Merkezi’ndeki araştırmacılar, zihinsel ve duygusal sistemlerimizi dengelemek ve yönetmek için kalbimizin zekasını kullanmakla, meditasyonla uyumumuzu arttırmakla kişisel frekans derecemizi yükselteceğimize ve enerjimizi bundan sonraki güneş aktivitesi döngüsü ile gelebilecek yaratıcı olasılıklar ve yararlar düzeyine çıkarabileceğimize inanıyorlar. Bu değerli araştırmalar hakkında detaylı bilgi almak için lütfen www.heartmath.org adresini ziyaret ediniz.
Bütün bunlar doğru tespitler olabilir mi? Neden olmasın? Belki de gerçekten, çok sayıda insan tarafından bilinçli bir şekilde sevgi, şefkat ve takdirle kalp-uyumlu durum oluşturursa, mevcut gezegensel stres, uyumsuzluk ve anlaşmazlık dalgalarının üstesinden gelinmesine imkan verecek bir uyumluluk dalgası oluşturulabilir. Böylelikle bilinç kayması daha kolay hale getirilebilir ve birikmiş negatif enerjiyi pozitife dönüştürülebilir. Bu sayede olumsuzluğu aşabileceğimiz gibi, dünyamızı çok daha ideal bir biçime dönüştürebilir, kaderimizi değiştirebiliriz. “Ne Biliyoruz ki” kitabında okuduğum bir paragraf neyi kast ettiğimi çok güzel ifade ediyor: “Temel olan bilinçtir ve enerji-madde bilincin ürünüdür. Kim olduğumuz konusunda kafalarımızı değiştirebilirsek ve kendimizi fiziksel deneyimi yaratan, bilinç dediğimiz var oluş düzeyinde ona katılan ölümsüz, yaratıcı varlıklar olarak görebilirsek, içinde yaşadığımız dünyayı çok farklı bir biçimde görebilir ve yaratabiliriz.” (Kaynak: Ne Biliyoruz ki?, İnkılap Yayınevi).
Holografik Evren
Yakın dönem psişiklerinin bize vermiş olduğu bilgilerden, geleceğin, Akaşik kayıtlarda ana hatlarıyla belli olduğu anlaşılmakta, bireylerin çaba ve gayretlerinin, genel akışta bazı değişiklikler meydana getirmekte olduğunu düşündürmektedir. Yani bilinçli çabalar olayların yönünde bazı değişiklikler oluşturabilir veya olayların oluşum zamanlarının ertelenmesini sağlayabilirler. Düşünce ve imajlarımızın kontrol altına alınması ve şuurlu bir biçimde pozitif değerlere yönlendirilmesi, olayların yönünün pozitife dönüşmesine veya en azından negatif etkilerin daha yumuşak atlatılmasına sebep olacak, geleceğimizi şekillendirmekte çok olumlu etkiler yaratacaktır.
Bu noktada hologram kavramının temel felsefesini biraz açmak istiyorum. Hologram her parçanın özünde bütünün bilgisini tümüyle içermesi, her şeyin birbiriyle bağlantılı olması durumudur. Örneğin, bir elma resmini ele alalım. Bu resmi oluştururken mozaik tarzı küçük parçacıklar kullandığımızı ve her küçük parçanın üzerinde yapmayı tasarladığımız elma şeklinin aynısının olduğunu düşünelim. Biz büyük resmin ne olduğunu anlamak için, parçaya baktığımızda tamamını görmüş oluruz. Eskilerin ‘yukarısı aşağıya benzer’ önermesini bu holografi modeli ile anlayabiliriz. Evrende her şey bir bütünün parçasıdır ve bütünden ayrı düşünülemez. Parçada bütünün bilgisi saklıdır. Geçmiş, şimdi, gelecek gibi kavramlar bütünü ve parçayı “Bir” yapan hologramın içinde belli bir noktaya kadar saptanmış durumdadır, yani ana hatlarıyla bellidir. Bir anlamda, parçayı temsilen biz üzerimizdeki elma resmini silip, yerine bir çiçek resmi koyabiliriz. Ancak, bu elma resminin bütünsel görüntüsünü değiştirmez. Ta ki, yeterince elma desenli parçacık özgür iradesiyle çiçek olmaya karar verir ve kritik çoğunluk aşılır, o bütün artık elma değil, çiçek olarak görünür. Bir anlamda, geleceğimiz kolektif bilincimizin kararı ile şekillenir.
İnsanın seçim özgürlüğü gereği, yaşamındaki ayrıntılar kesin olarak saptanmamış, insanın özgür iradesine bırakılmıştır. Tasavvufta İnsan Meselesi kitabında Azizüddin Nesefi’nin ortaya koyduğu görüşü, bu konuda aydınlanmamıza yardımcı olacaktır: “Bil ki, felek ve yıldızların Levh-i Mahfuz ve Allah’ın kitabı olduğunda, alemde eskiden var olan, şimdi var olan ve gelecekte var olacak olan her şeyin Allah’ın kitabında yazılı olduğunda, kalemin kuruduğunda ve Allah’ın kitabında yazılı olan her şeyin bu süfli alemde zahir olacağında hiç kuşku yoktur. Ama bil ki, felek ve yıldızlarda yazılı olan hükümler cüz’i hükümler değil, külli hükümlerdir. Bu süfli alemde felek ve yıldızların hareketlerinden zahir olan eserler cüz’i olarak değil, külli olarak zahir olurlar. Bu sebepten bizde seçme hakkı (ihtiyar) vardır. Elde etmek ve defetmek istediğimiz şey bizim çalışma ve gayretimize bağlıdır. Eğer felekler ve yıldızlarda cüz’i hükümler yazılmış olsaydı ve felek ve yıldızların hareketlerinden bu alemde zahir olan eserler cüz’i olarak zahir olsalardı, bizim ihtiyarımız olmaz, çalışma ve gayretimiz zayi olurdu. Peygamberlerin daveti ile velilerin terbiyesi ve alimlerin edep öğrenmesi abes olur, akıl sahiplerinin tedbiri ve hekimlerin tedavileri faydasız kalırdı.” (Kaynak: Tasavvufta İnsan Meselesi, Azizüddin Nesefi, Dergah Yayınları)
Gelecek, insanın dünya yaşantısında izlediği yola ve seçimlerine göre şekil almaktadır. İnsan, karşısına çıkan yollardan birini seçer ve o yolu seçmekle, yol üzerinde var olan her şeyle karşılaşmayı da beraberinde seçmiş olur. Yol değişiklikleri, karşımıza çıkacak şeylerin de değişmesine sebep olacaktır kuşkusuz. Sanki zaman şuurlu bir biçimde akmakta, mekan şuurlu bir şekilde değişmekte ve seçimlerimize göre ne türde olayların karşımıza çıkacağı belirlenmektedir.
İnsan, iradesini güçlendirdikçe düşüncelerine egemen olur ve bu sayede geleceğini oluştururken, adımlarını daha bilinçli atar. Düşüncelerimize egemen olamadığımızda ise, tekamül sürecimizde ilerlememiz gereken asıl yoldan uzaklaşmaya, ana planla örtüşmeyen bir yola doğru yönelmeye başlarız. Böylelikle, birbiriyle çelişen isteklerimiz, planlarımız yüzünden iyice yönümüzü kaybeder, gereksiz korku ve endişelere düşeriz ve yaşamımız denetimsiz bir akış içerisine girer. Sonuç olarak, dünyaya geliş misyonumuzu başarıyla sürdürmekten uzaklaşmaya başlarız.
Alıntı: Öner Döşer, Büyük Uyanış, 2012 Öncesi ve Sonrası, Doğan Egmont Yayıncılık, 2010